26 Ekim 2023 Perşembe

📝Filistin & İsrail Meselesi

    Filistin - İsrail meselesini son beş-on yılın değil de yüz yılı aşan bir mesele gibi görmek, çatışmanın özünü yakalamada yardımcı olur. Nihayetinde ise "kim haklı kim haksız" olayından ziyade "bu sorun nasıl çözülür?" sorusuna odaklanmak daha fazla kanın akmamasına olanak sağlar.

    Çatışmanın çıkış noktası dindar Yahudilerin Allah tarafından kendilerine vaat edildiğini düşündükleri toprakları ele geçirmek ve oralara yerleşmek istemelerinden kaynaklanmaktadır. Akabinde akla gelen tüm olaylar, bu düşüncenin temelinde oluşmuş ve bu düşünceyi hayata aşama aşama geçirmiştir.

    1867 tarihli Tebaayı Ecnebiyenin Emlake Mutasarrıf Olmaları Hakkındaki kanun ile yabancılara taşınmaz edinme hakkı tanınsa da ilk başlarda zayıf nitelikte ve rutin denilecek düzeyde göç hareketleri olmaktaydı. Bu hareketliliğe göç demek doğru mu o kısımdan bile emin değilim. Ama 1897 yılında Theodor Herzl tarafından Dünya Siyonist Teşkilatı’nın kurulma­sıyla işler değişti. Çünkü artık süreç sistematik bir hal aldı. 1901 yılına gelindiğinde Ulusal Yahudi Fonu kurulması işleri başka boyuta taşıdı. Filistinlilerden toprak satın alıp üzerine Yahudi yerleşim yerleri kurulmasının amaçlanması, sürece baktığımızda UYF’nin birer dönüm noktası olduğunu anlayabiliriz. Ki günümüzde İsrail topraklarının yüzde on beşi hala UYF elinde.

    Filistinlilerin ilk büyük hatası, toprak satışları oldu. UYF ile eli güçlenen ve DST ile sistematik olarak ilerleyen dindar Yahudiler, büyük araziler satın aldılar. Filistinliler ise ederinin üstünde olan bu teklifleri kabul ederek ve ilerisini düşünmeden topraklarını satmak için sıraya girdiler. Burada nüans nokta Osmanlı Yahudilerinin Batılı ülkenin vatandaşlığına geçerek 1867 tarihli kanundan faydalanmak adına Filistin’den bir yabancı sıfatıyla arazi almala­rıydı. Üzücü gerçekten. Bu sistematik göç sonrasında İdare tarafından fark edildi, şahısların kendi aralarında düzenledikleri satış senedine dayalı tapu verilmesi 1892 yılında Suriye, Beyrut ve Kudüs’te yeni bir emre kadar durduruldu. Ama yine de engel olunamadı. Çünkü satan memnundu, alan memnundu.

    Sürecin diğer bir dönüm noktası Balfour Bildirisi’dir. Birinci Dünya Savaşı esnasında İngiliz birliklerinin Filis­tin topraklarının işgali sırasında, Dışişleri Bakanı Balfour, Siyonist Dernekleri Federasyonu Başkanı Lord Walter Rotschild’e mektup yazmış ve İngiltere’nin Filistin’de Yahudi millî yurdunun kurulmasına izin verdiğini ve gerçekleşmesini kolaylaştırmak için her türlü çabayı göstereceğini söylenmiştir. Bunun üzerinde oluşan göç dalgasını varın siz düşünün. Bu haliyle artık sorun bir Yahudi Sorunu değil Filistin sorunu haline dönüşmüştür.

    Filistin cephesinde, Yahudilerin işlerini kolaylaştıran ne varsa yapıldı. Arapların genelinde  Osmanlı’dan ayrılmak tek başlarına ayrı bir devlet kurmak istemişlerdir. Bunu Osmanlı’nın zayıf olduğu dönemde yapmaları ve bunu yaparken İngiltere ile iş birliği içerisinde olmaları, büyük bir hayal kırıklığıydı.

    Savaş sonrası Şerif Hüseyin’in oğlu Ab­dullah’ın Emirliği’nde Ürdün Devleti kuruldu. Ama Ürdün topraklarının bir kısmı Filistin topraklarındandı. Yani Ürdün Devleti’nin kurulması, aynı zamanda Filistin’in bölünmesi idi. Filistin’de kalan Araplar’ geleceğin belirsizliği ve çatışmaların yaşanması bahanesiyle geriye kalan Filistin’den Ürdün’e geçmişler. Bu da yeni göçler ile Yahudi nüfusunun artmasına, Arap nüfusunun azalmasına ve Yahudi nüfusunun toplam nüfus içindeki oranını yükselterek zamanla denetim sağlamalarına olanak vermiştir.

    İkinci Dünya Savaşı’na kadar birçok gelişme olmuş ; Filistin millî hareketi büyük ölçüde gelişmiş, Yahudilerin devletleşmesi hız kazanmış, “Filistin’in İngiliz boyunduruğundan ve Yahudi is­tilasından, ancak Türklerin yardımıyla kurtulabileceği fikri” Hatay Meselesi yüzünden Türkiye tarafında karşılık bulamamış, bir çok uluslararası rapor yayınlanmasına rağmen icraata dökülememiş ve artık sorun kronik hale gelmiştir.

    İkinci Dünya Savaşı’nda stratejik hatalar yapıldı. En kuvvetli konumda olan liderleri el-Hüseynî kaçak duruma düştü, İngiltere’ye karşı Alman yanlısı politika izlendi. Hatta el-Hüseynî 1941 tarihinde Berlin’de Hitler ile görüşme yaptı. Bu esnada Yahudiler, Dünya Savaşı sonrası kendi savaşlarını yapmak üzere silahlanmışlar, Yahudi Ajansı’nın Ame­rika’da kurulmasını sağladığı şirket vasıtasıyla birçok silahı ve askerî malzemeleri Filistin’e göndermişlerdir.

    Yahudiler artık İngiltere’ye güvenmemekte, İkinci Dünya Savaşı’nda güçlenmelerine güvenerek silahlı bütün unsurlarıyla İngiliz tesislerine, güvenlik güçlerine, sivil memurlara saldırdılar. Terör eylemleri 1946 yılı sonuna kadar devam etti ve bu eylemler sonucunda çok sayıda İngiliz görevlisi hayatını kaybetti, askerî tesisler ve araçlar tahrip oldu.

    Savaşın sona ermesiyle uluslararası arenada süreç Filistin Arapları'n aleyhleri­ne değişti. Bunun üzerine Filistin Araplar ilk önce karşı çıktıkları MacDonald Raporu’nu kabul ettiler ancak İngiltere’nin Filistin üzerindeki etkisi zayıflamış, yerini Amerika almıştır.

    29 Kasım 1947’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylamada bölünme kararı kabul edildi. Oylamada Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devlet­leri kabul oyu kullanırken İngiltere çekimser kaldı. Türkiye, Arap ülkeleri ile beraber aleyhte oy kullandı.

    İngiltere, Filis­tin’deki kuvvetlerini çekti, 14 Mayıs’ta ise Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Millî Konseyi İsrail Devle­ti’nin kurulduğunu ilan etti. Aynı gün Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetleri üç istikametten Filistin’e girdiler, fakat başarılı olamadılar. Aksine İsrail ordusu, Filistin’e ait olan toprakların önemli bir kısmını ele geçirdi. Böylece yıllarca bitmeyen, ama daima Yahudilerin lehine gelişen Arap-İsrail savaşları (6 Gün Savaşları) ve gerginliği ortaya çıktı. Kronikleşen Filistin meselesi, sonraki yıllarda sadece Filistinli Arapların meselesine dönüştü.

    Peki bundan sonra ne olacak ya da nasıl dengeler değişecek? Sürecin bu denli noktaya gelmesinde neler etkili olmuşsa, aslında bu alanlarda meydana gelecek ilerlemeler, Filistinli Arapların kaderini hatta Arapların genel kaderini değiştirebilecek güçte olacaktır. Gördüğüm kadarıyla sorunun temelinde para yani ekonomi olmakla birlikte, Arapların kendi içinde birlik olamaması (Filistin özelinde FKÖ ve Hamas'ı da ekleyebiliriz) , dağınık görüntü çizilmesi, sistematik ilerlenememesi, uluslararası mecrada yeteri kadar alana sahip olunamaması, propaganda eksikliği gibi temel sorunlar halledilirsez, Filistin kendi başına hak ettiği sınırlarda güçlü bir devlet olabilir, mücadelesini etkin bir şekilde yürütebilir. ve İsrail'in bitmeyen isteklerine bir son verilebilir.

 

 

** Yazım, Türk Dünyası Araştırmaları kapsamında Doç. Dr. Ali Ata YİĞİT tarafından hazırlanan FİLİSTİN MESELESİNİN KRONİKLEŞMESİ başlıklı araştırma makalesinden faydalanarak yazılmıştır.


6 yorum:

  1. Bu mesele çözülmeyecek zaten o bölgedeki Müslüman kardeşlerimiz kıyamete kadar cihad halinde olacaklar ve acizane cennete açılan bir kapı var orada sürekli öldürülen bebekler cocuklar ve kadınlar şehadetleri mübarek olsun amin 🤲🕋

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Duamız, temennimiz bu yönde ama işte...

      Sil
  2. bu dünya akıllanmayacak :)

    YanıtlaSil
  3. Bu makaleyi geçenlerde okumuştum, gerçekten bu olayın temeli neydi bilmediğimi fark etmiştim okuyunca... Bilmiyorum çözülecek mi çözülmeyecek mi ama olan oradaki vatandaşlara oldu, en kısa sürede bu sorun çözülür bu insanlara yapılan eziyetler son bulur umarım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Makaleyi mi yoksa yazıyı mı ? Çözüm zannımca yazının sonunda yer verdiğim gibi Filistin Arapların ve genelinde Arap Dünyasının güçlenmesidir. Güçlü ve gerçekten bağımsız olurlarsa bir şeyler değişebilir ancak.

      Sil